Sosyal psikolog Paul Piff, bu sorunun cevabını, hileli bir Monopoly oyunuyla arıyor. Elde ettiği bulgular aslında, kahvedeki Rıdvan Dayı’nın yorumlarından pek fark içermiyor. Evet, para insanı bozuyor.
İzlediğiniz gibi, gerçekten çok ilginç şeyler denenmiş. Deneylerin konuları kendi coğrafyamızda uyarlama yapmaya da oldukça müsait. Emniyet şeridinden giden otomobillerin markalarına dikkat ediyorsunuzdur diye düşünüyorum.
Ekonomik eşitsizlik, toplumun, durumu giderek ağırlaşan bir hastalığı. Bu uçurumun daha da artacağını öngörmek gayet basit olduğuna göre, bu aslında piramitin tepesindeki insanlar için de oldukça tehlikeli. Artık aradaki mesafe sadece soyut bir piramitin basamakları arasındaki mesafeden ibaret değil, fiziksel olarak da mesafe artıyor. 1990 ve öncesinin nesli çocukluğunu ekonomik statünün olumsuz etkilerini, aynı sokakta, aynı ucuz futbol topuyla oyun oynayarak, aynı ucuz sporcu kartlarının koleksiyonunu yaparak, aynı ucuz cipsin içinden çıkan tasoları biriktirerek eritti.
2000lerin çocukları ise öyle değil. “Yaşam merkezi” adı altında kurulan toplu konutlar ardında hapsedilmiş ve ihtiyaç duyduğu her türlü -maddi- şeyi edinebilen, o hapishanenin kapısından servisle alınıp özel okuluna giden çocuk mensubu olduğu sosyal statünün dışındaki akranlarıyla anca üniversiteden mezun olduğunda tanışacak. Bu gerçekten tehlikeli değil mi?
Beslenme çantasına muz değil de mandalina konulan bir nesil, çocuk yetiştirmeyi beceremedi, ne yazık ki.
Amerika’da Paul Piff gibi insanlar, bu durumun farkında ve bununla mücadele ediyorlar. Videonun sonunda Wealth for Common Good adlı organizasyonu (ekonomik eşitsizliğin giderilmesi için daha fazla vergi vermeyi kabul eden iş adamlarından oluşuyor) methediyor. Ben web sitelerinde ciddi bir çalışmaya rastlayamadım, beyaz saraya vergilerin arttırılması için dilekçe göndermek gibi bayağı online imza kampanyası filan yapmışlar. Ama en azından böyle bir organizasyonun varlığı ümit veriyor. Ülkemizde, -yaklaşık on dakika boyunca çeşitli varyasyonlarla arama yapmama rağmen bulamadım- böyle bir sivil toplum kuruluşu yok…
Paranın insanı bozduğu hususunda en başında anlaşmıştık, ancak bu zenginlik düşmanlığına yol açmamalı. Paramız olsa idi yapacağımız şeyleri, şuan yapamadığımız için, yapabilenlere gözünü kırpmadan küfürler edebilen bir algımız var. Bu konu hakkında M. Serdar Kuzuloğlu‘nun güzel ifade edilmiş bir iki tespiti var:
Netice itibari ile, para, yaşamımızdaki aktiviteleri, sağlığımızı hatta varlığımızı doğrudan etkileyen en temel fonksiyon. Para kazanmak için çalışmakta (aksine böyle olmalı, bir de çalışmayı para kazanmaktan çok daha fazlası haline getirenler var, onlar daha tehlikeli) ve para kazanmakta kötü olan hiçbir şey yok. Bu eylemi yaparken oluşan zararın farkında olmayı ve çözümün bir parçası olma hususunda çaba göstermeyi bugün en büyük erdem olarak kabul edersek, çok daha sağlıklı ve güzel günlere erişebileceğiz.
Unutmamak gerekir ki “çalışmak” kelimesi, “çal-mak”tan geliyor. İşteş halinde bir çalma eylemi, çalışmak. Kim ile birlikte, neyi, kimden çalıyoruz?
Yeteri kadar paranızın olduğu, güzel günler dilerim.
Bir Cevap Yazın