Bir arkadaşım önerdiğinde ne yalan söyleyeyim çok da etkilenmemiştim. Metro istasyonunun içinde, üstelik de birazcık pahalı, bir etkinlik ne kadar iyi olabilir diye düşünüyordum. İstanbul’a gelen arkadaşımı gezdirmek için kara kara düşünürken bir anda aklıma düştü, atladım metroya. 5 yıllık İstanbul serüvenimde verdiğim en iyi aktivite kararıydı.
Görme engelli rehberler, elinizde değnekler, zifiri karanlık 1000 metrekarelik bir alanda İstanbul simülasyonu ve 90 dakika. Bu parçalar birleşince Karanlıkta Diyalog gibi harika bir konsept çıkıyor ortaya. Bir görme engelli olarak İstanbul’u yaşıyorsunuz.
Zifiri karanlığa girişte öncelikle sol eliniz duvarda mini bir labirentten ilerleyerek dokuz kişilik grubunuzla birlikte bir alışma süreci geçiriyorsunuz ve içeride sizi görme engelli rehberinize teslim ediyorlar. O beş dakikalık alışma süreci içinizde klastrafobik hisler yaratıyor ve çıkma isteğiniz başlıyor, ama bilete verdiğiniz parayı düşündüğünüz ve ortamdan etkilendiğiniz için devam ediyorsunuz. Beş dakikalık alışma sürecinizin sonunda görme engelli rehberiniz sizi karşılıyor. Bizim rehberimiz Abidin Bey idi ve çok babacan bir beyefendiydi. İşini gerçekten çok iyi biliyor ve hemen samimi bir açıklamayla size turdan bahsediyor. Değneğinizi nasıl kullanacağınızı, içeride neler yapacağınızı vs. esprili bir dille anlatıyor ve başlıyorsunuz. O an, biraz daha rahatladığınız an oluyor.
Bir görme engelli olarak içeride yaratılan İstanbul simülasyonunda dolaşıyorsunuz, Pazar’dan meyve sebze seçiyor, İstiklal Caddesi’nde tur atıyor, binalardaki objeleri, yoldaki arabayı arıyorsunuz. Tramvaya biniyor, hatta tekne ile adalar turu yapıyorsunuz. Etkinlik esnasında obje bulmada veya tramvayda koltuk bulmada en başarısız katılımcıyı tekne turunda şarkı söylemekle cezalandırıyor sevgili rehberimiz Abidin Bey. Tüm bu obje bulma, yönünü arama, “sese doğru yürüme” esnasında ister istemez düşündüğünüz şey şu oluyor: “5 duyu organım var ama ben sadece bir tanesinden en iyi derecede faydalanıyorum, o da görmek.” Rehberiniz genelde her mini etkinlikten sonra grubun önüne geçiyor ve “sesime doğru gelin” diyerek grubu yönlendiriyor. İlk etkinliklerde bütün grup sesin nerede olduğunu anlamaya çalışırken o kadar zorlanıyor ki… Sonrasında ise kulağınız giderek keskinleşiyor ve etkinliğin bitimine doğru kulağınızın sadece bir buçuk saatte kat ettiği gelişmeye hayret edip, rehberinizin yıllar içinde kulağını nasıl geliştirdiğini tahayyül ediyorsunuz. Rehberiniz bu buruk düşüncelerin kafanızda sürekli olarak gezinmesine izin vermiyor, grubu sürekli olarak şakalarla, esprilerle güldürüyor.
Son olarak kafeteryaya geçiyorsunuz, artık grup eğlenmeyi bitirdi, şimdi rehberleriyle sohbet edecek. Başlamadan önce cebinize koyduğunuz küçük bir miktar parayla içecek bir şeyler almak üzere kafeteryada yine görme engelli bir beyefendi alıyor siparişinizi. Paranın boyutlarından yola çıkarak oldukça rahat bir şekilde para üstünüzü veriyor, sıcak soğuk fark etmeden içeceğinizi hazırlıyor. Herkes içeceğini aldıktan sonra başlıyorsunuz sohbete. Abidin Bey girizgah amaçlı hepimizden bu projeyi değerlendirmesini istedi ve devamında projeyle ilgili açıklamalar yaptı. 30 ülkede birden devam eden bu projede metrekare anlamında en büyük ülke Türkiye. Ankara ve İzmir’de de faaliyete girmesi için çalışmalar devam ediyormuş, büyük ihtimalle önce Ankara’da faaliyete girecekmiş. Daha sonra görme yetisini kaybedişini anlatıyor. 30 yaşında gözlerinden küçük bir operasyon geçirmek üzere ameliyata yatan Abidin Bey, doktor hatası sebebiyle girdiği hastaneden kör olarak çıkmış. Siz dinlerken öfkeleniyorsunuz, o anlatırken öfkelenmiyor. Karanlığın onu mutlu ettiğinden, görme engelli olduktan sonra evlendiğinden ve bir de çocuğu olduğundan bahsediyor ve ekliyor: “Karanlıkta bütün kadınlar prenses, bütün erkekler prens.” Ay sonunda da emekli olacakmış kendisi. Günde üç veya dört tur burada rehberlik yaptığını anlatıyor ve ısrar ediyor. “Lütfen Facebook, Twitter hesaplarınızda bizden bahsedin. Bu diyaloğa hepimizin ihtiyacı var” diye. Tamam diyerek ayrılıyoruz.
Alıştıra alıştıra ışığa doğru çıkıyorsunuz. Çıkışta loş bir aydınlatma var. Ben hayatımda hiç bu kadar şükür ettiğimi hatırlamıyorum. Engelli olmayı zihnimde bu kadar korkunç hale getirdiğimden belki de. Karşımda hayata tutunmuş, evli, çocuklu ve mutlu bir Abidin Bey gördükten sonra hiçbir şeyin dünyanın sonu olamayacağını tekrardan idrak ediyorum ama defalarca şükretmekten de kendimi alamıyorum. Metroya binip dönmemiz gerek, ama kararlı adımlarla yürüyen merdivenlere gidiyorum, biraz ışık, biraz görüntü görüp geri ineceğim. Hayatımda en net, en canlı gördüğüm renkler herhalde o metro çıkışındaki plazalarla dolu o cadde olsa gerek (bunları mı görecektim?).
İstanbul’da yaşayan herkes için mutlaka ama mutlaka yaşanılması gereken bir tecrübe Karanlıkta Diyalog. Rehberinizin sesine doğru gidin ve o karanlıktaki prenslere de selam söyleyin.
Bir Cevap Yazın