“Hadi gidelim” formatında aldığımız bir davetle Özgün ile birlikte, Orkun’un yanına Edirne’ye gittik. Hava muhalefetine rağmen oldukça iyi bir gezi oldu bizim için.
Edirne’de nereye baksanız bir tarihi öge görmeniz mümkün. Minik ve sade bir şehir. İlk ayak bastığımızda, nehrin oradaki Emirgan Cafe‘de uyanma çayı içmek başladık. 3,5 saatin tamamını bacaklarımızın sığmadığı otobüs koltuğunda uyuyarak geçirdiğimiz yolculuktan sonra varolan sersemlikten kurtulma ve artan nikotin ihtiyacını giderme eylemi için ideal bir yerdi. Sersemlik dolayısıyla burayı fotoğraflayamadım. (Kafenin işletmecisine not, canım yere canım mekan yapmışsınız da o tuvaletin hali nedir, sabun yok, kağıt havlu yok. Deyuslar.)
Doğaçlama rotamızda ilk durağımız Sultan II. Bayezid Külliyesi Sağlık Müzesi oldu. Müze Trakya Üniversitesi tarafından kurulmuş ve 2004 yılında Avrupa Müze Ödülü’nü almış ve II. Bayezid Külliyesi’nin Darüşşifa bölümünde bulunuyor. Öğrenciler için giriş 1 TL ve her gün açık. Biz pazartesi günü gittiğimiz için biraz umutsuz gitmiştik.
Darüşşifa kurulduğunda her türlü hastalık için hizmet verirken daha sonra “ruh hastalıkları” üzerine eğilmiş ve su sesi, musiki ve koku ile tedavi gibi yöntemlerle tedaviler geliştirilmiş. Farabi’nin musiki ile tedavi konusunda ilginç çalışmaları var. Farabi musiki makamlarının insan ruhuna etkilerini tespit etmiş; bununla da yetinmeyip hangi makamın günün hangi vaktinde daha etkili olabileceği konusunda çalışmalar yapmış. Müzede çektiğim fotoğrafın üzerine tıklayarak özet bir halini okuyabilirsiniz:
Darüşşifa’nın müze oluşu başarılı kurgulanmış. Oryantasyon odasında yapılan oryantasyon da gayet başarılıydı; ancak biz biraz şanssızdık. Aşağıdaki fotoğraf açıklayıcı olur zannediyorum…
Müzede çektiğim tüm fotoğraflar:
Sonraki durağımız aç ayının daha fazla oynamaması ve bardaktan boşanan yağmur sebebiyle yemek oldu. Tahmin edebileceğiniz gibi, ciğer. Bunun meşhur olduğu yer Aydın Tava Ciğer imiş. Yağmura rağmen önünde uzun bir kuyruk vardı. Bu sebeple bekleyemedik, hemen karşısındaki Edirne Ciğercisi Kemal Usta‘da yemek durumunda kaldık. Çoğul konuşmam çok doğru değil aslında, çünkü ben yemedim. Tabi ki tadına baktım ama damak tadıma pek uymadı. Sakatat ürünlerine karşı ne yazık ki yenemediğim bir önyargım var. Çok çelişkili olacak belki ama yiyebildiğim tek sakatat ürünü kokoreç; onu da sadece tek bir yerde zevk alarak yiyorum. Mekan sahibi de durumumu anladı ve sağolsun hemen yandaki köfteciden köfte getirtti. Belirtmeden geçmeyeyim ciğercideki yoğurt ve organik domates (domates fotoğrafta kendini belli ediyor) olağanüstüydü yalnız. Üç kişilik ve her şeyiyle tam, şahane bir yemeğe ödediğimiz hesap ise 45 TL olunca yaptığımız yorum “Burada okunur” oldu. Burada kullandığımız rakamlarla orada yaşasak belki ufak çaplı bir servet biriktirebilirdik 🙂
“Turist açlığı” dediğimiz hadise kendini gösteriyordu ve “gittiğim yerin meşhur olan her şeyini yemeliyim” mantığıyla ciğercinin hemen karşısındaki kurabiyeciye geçtik. Kallavi adında bir kurabiyeleri var ve tuz, yağ ve un kullanmadan yapılıyor. İçeriğinde antep fıstığı, bal ve safran bulunuyor. Format olarak bizim “acıbadem kurabiyesi” formatında bir kurabiye. İnanılmaz lezzetli ve bir o kadar pahalı. Resimdeki ürün bir kişilik ve 12 TL.
Bir diğer lezzetli kurabiye ise Bademli Kavala Kurabiyesi. Bunun patentini Yunanistan’a kaptırmışız. Bugün Yunanistan’da bulunan Kavala şehri Osmanlı Devleti’nde iken Türk ustaların yaptığı bir kurabiye imiş. İçeriğinde Karaçalı balı, şeker, kavrulmuş tatlı badem ve tereyağı bulunuyor. Oldukça hafif ve gramaj/fiyat olarak biraz daha makul bir ürün. Bunu da çok sevdik.
Yemek / tatlı faslı bitince sonraki durağımız Lozan Barış Anıtı oldu. Karaağaç semtinde Trakya Üniversitesi Rektörlüğü’nün içerisinde bulunan anıt Lozan’da kazanılan diplomatik zafer ve Karaağaç’ın tekrar Türkiye topraklarına katılması adına dikilmiş. Beton çember birliği; genç kız figürü estetik, zerafet ve hukuku; kızın elindeki güvercin barış ve demokrasiyi; diğer elindeki belge de Lozan Anlaşması’nı sembolize ediyormuş.
Trakya Üniversitesi Rektörlüğü’nün bugünkü yeri eski Karaağaç Tren İstasyonu ve hemen yanında bir TCDD 55020 bulunuyor:
Daha sonra güzel bir şehir manzarasına da sahip olduğunu öğrendiğimiz Şükrüpaşa Anıtı’na doğru yola çıktık. Ancak aşırılaşmaya başlayan yağış yüzünden arabadan inemedik, geri döndük. Sis dolayısı ile herhangi bir manzara da keşfedemedik…
Hazin yerlerden biri ise Balkan Şehitliği idi. Edirne Sarayiçi’nde Bulgarlar tarafından aç ve susuz bırakılarak ve rivayete göre ağaç kabuklarını kemirerek hayatta kalmaya çalışmış 20.000 esir Türk askeri için dikilmiş bu anıt.
Selimiye’ye gitmedik, çünkü hepimiz daha önce birer kere gitmiştik. Zaten haşmetli yapıyı her yerden bir kere görmek mümkün, ama herkese bir kere içeriyi dolaşmalarını tavsiye ederim. Buram buram kültür deposundan sonra son kültürel ziyaretimiz Edirne Yeni Sarayı’nın kalıntıları ve hemen karşısındaki yeni inşaatını görmekle son buldu.
Menü fiyatlarında 70 cc’lik biranın 50 cc’lik biradan daha ekonomik olması gerekirken; 50 cc’liğin daha avantajlı olduğunu keşfettiğimiz Fly Pub yaptığı bu basit işletmecilik hatasıyla bizi gülümsetti ve sınavımızdan geçemedi. Küllük yerine aluminyum kek kalıbı veren bir yerden çok da fazla bir şey beklememiştik.
Uzay filmlerindeki objelere benzeyen nargile marpuçları ile bir süre boş boş baktığımız Leman Kültür ise güzel çayı, şık dekorasyonu ve büyüklüğü ile tam puan aldı.
Bizim için güzel bir gün oldu. Ama ne yalan söyleyeyim yine de en güzel yanı “İstanbul’a Dönüşü” idi. Günübirlik gezilip görülecek çok şey var; ama bir gün içinde tüketebilirsiniz.
Bir Cevap Yazın